Dünya karışık, piyasalar tarumar, psikolojiler altüst!
Önceden, gece yattık da sabaha nasıl kalkacağız acaba derken şimdi her an bir şeyler oluyor, bir şeyler değişiyor. Dünya daha mı hızlı dönüyor, bana mı öyle geliyor?
Önümüz- arkamız, sağımız- solumuz sobeyken pardon savaşırken, Ukrayna’da siviller ölürken, Gazze’de can pazarı yaşanırken biz de hayat pahalılığı ile canımızın sağlığı arasında yaşam mücadelesi verirken biri çıktı ve dikkatimizi dağıttı. Üstelik sadece dikkatimizi değil, yöneticisi olduğu markanın itibarını da dağıttı, ortalığı karıştırdı!
Evet tam da tahmin ettiğiniz gibi, “Elif Aslı Yıldız Tunaoğlu”ndan bahsediyorum! Bir tüketicisinin olumsuz paylaşımı karşısında kendini kaybederek kibirli ve tehditkar bir tutumla ülkenin tepkisini çeken Patiswiss” markasının CEO’sundan!
Bir müşteri satın aldığı çikolatanın küflenmiş olduğunu, markanın CEO’su Elif Aslı Yıldız Tunaoğlu’nu da etiketleyerek sosyal medyada paylaşıyor. Tunaoğlu’da; “Bu ürünler asla küflenmez biliyor musun! Haklısın prim yapmak için bize baya ihtiyacı var herkesin!” diye başlayıp, “Karşında dev MİGROS ve biz varız!” diye devam eden son derece kontrolsüz bir yanıtla cevap veriyor. Sosyal medyada çiğ gibi büyüyen baskılar sebebiyle yanıtını silip özür dilese de sonrasında, tepkilerin durmasına engel olamıyor. Patiswiss ürünleri, satıldığı market zincirlerindeki raflardan ve online satış platformlarından kaldırılıyor.
Olay sadece bu markanın itibarının yerle bir olmasından ibaret değil! İbret alınması gereken ders niteliğinde! Çünkü çok başka yerlere gitti hikaye! İsviçreli çikolata markası Patiswiss AG, kendilerine gelen yoğun şikayetlerin ardından Türkiye’deki Patiswiss markasıyla bağlarının olmadığı gibi bu şirkete, kendi markalarını izinsiz kullanmaları nedeniyle dava açtıklarını açıkladı. Yine Tunaoğlu’nun profilinde Hacettepe Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Yüksek Lisans programını 2013’te tamamladığı yazılı ancak bunun yalan olduğu ve bu bölümün ilk mezunlarını 2015’te verdiği ortaya çıktı! Dahası konu, vergi kaçakçılığına kadar uzandı, şirketin ciroları ile kar oranı arasında ciddi fark olduğu iddiasıyla vergi incelemesi ile mali denetim başlatıldı.
“Ticaret, sanattır” der erbaplar, “Müşteri, her zaman haklıdır!”
Bu düstur, ticaretin de sırrıdır!
Sırf üstten torpili var diye, iyi okullarda eğitim alıp yanına master- doktarasını da takıp CEO olunmuyor işte! Boşuna demiyorlar, ‘ İnsanın kendine yaptığı kötülüğü, başka kimse yapamaz’ diye! Önce haddini bilmek gerek sonra ne söyleyeceğini! Bu da yetmez, bir de nasıl söyleyeceğini! Eskiden, bir şey bilmemekti cehalet şimdi ise çok şey bilmek! Yani cehalet hep vardı da hiç bu kadar özgüven sahibi olmamıştı!
Özetle;
Herkes kaleminden yazılana, ağzından çıkana sahip çıksın!
Üslup, en kanlı silahtır,
Dikkat et! Seni vurmasın!
………………………………..*…………………………………
CEO Deyip Geçme!
Bu olay, mesleki bir müesseseyi, CEO’luğu da gündeme getirdi haliyle!
CEO, şirketi ya da markayı temsil eden kişidir, şirketin yüzü, işletmenin özüdür!
Yani 40 yıllık müdür unvanına ne oldu, genel müdürlüğün nesi vardı, CEO da nereden çıktı?
Valla ilk bakışta öyle düşünüyor insan, bunu diyenler sonuna kadar haklı!
Ama CEO’luk müdürlükten baya farklı! Müdürlük, hani nasıl diyeyim, daha çok işveren- personel ilişkisi gibi, CEO ise şirketin velisi sanki, havalı- civalı- itibarlı!
Yukarıda bahsettiğimiz, CEO’luğu ayaklar altına alan, karizmasını parça pinçik yapan hatun kişiyi bir kenara bırakıp çalıştıkları şirketleri, temsil ettikleri markaları şaha kaldıran, fark yaratan, hani derler ya ‘CEO gibi CEO’ hah işte, gelin onlardan bahsedelim biraz;
Tarihe geçmiş CEO’lardan birisidir mesela ünlü sigara üreticisi Philip Morris’in CEO’su! Ününü aldığı hikayesi şöyle: Ünlü sigara markalarından Marlboro, finansal kriz yaşadığı bir dönem geçirmekteyken düşük satışları nedeniyle neredeyse iflas aşamasına gelmişken o CEO, Marlboro’ya şöyle bir teklifle gelir: “Satışları 1 ayda 3 katına çıkartırım. Bunun karşılığında da şirkete %50 ortak olurum. Gerçekleştiremezsem eğer, ömrümün sonuna dek fabrikanızda maaş almadan tütün sararım.” Kaybedecek bir şeyi olmayan Marlboro, teklifi kabul eder. Philip Morris ‘in zeki CEO’su, depodan boş sigara paketlerini ister ve hepsini ezerek paketlere kullanılmış süsü verir. Bu boş Marlboro paketleri, Amerika’nın her sokak her caddesine atılacak, tüm cadde ve sokaklar bu paketlerle kaplanacaktır. Böylece insanlarda, “Marlboro demek ki iyi bir sigara, bu kadar insan tarafından tüketilmiş” algısı yaratılacaktır. Strateji öyle başarılı olur ki 3 katına çıkarılması planlanan satışlar, 5 katına çıkmıştır. CEO’luk, böyle dehanın hakkıdır.
Yine Amerikan fast food devi McDonald’sın azalan satışlarını yeniden artırmak için kolları sıvayan James R. Cantalupo, hızlı ve bir o kadar da derin bir araştırma sonucu, satışların azalmasının sebebini, ‘sağlıklı yaşam’ felsefesi olduğunu tespit etti. Sağlıklı bir yaşam isteyen bu sebeple de ilk olarak sağlıklı yiyeceklere yönelen, haliyle de fast food’dan vazgeçen kişileri yeniden kazanmak için menülerde değişikliğe karar verdi. Mönüye salatayı ve elma dilimlerini ekleyen McDonald’s, ayrıca düşük kalorili yiyecekleri de menüye dahil etti. Satışlar hızla artarken şirketin piyasa değeri de yükseldi. Cantalupo’nun çabaları bir yıl içinde meyvelerini verdi ve şirket eski haline geldi. Doğru tespit ve doğru değişiklikler ile satışların artabileceğini bulmak, CEO’nın göreviydi ve işte CEO olmak, bunu gerektirmekteydi.
Mickey Drexler, şimdilerin en popüler markalarından Gap’ın CEO’su olduğunda, şirket satışları azalmış, karlılık yok denecek kadar azdı. Drexler, Gap tarafından üretilen giysilerin yaş ve gelir grubu yüksek kişileri hedef aldığı bir satış stratejisi izledi, ürün yelpazesini yeniledi. En önemlisi ‘Casual Friday’ yani ‘Serbest Cuma’ olarak adlandırılan, cuma günleri rahat ve spor kıyafetlerle işe gitme olayının Gap ile özdeşleştirdi. Bu fikri, dünyaya yayıldı, yayılırken de markayı yanında taşıdı, kârlılık oranını, onlarca kat arttırdı. CEO, farklılık yaratmalıydı, o da bunu fazlasıyla başardı.
Gördüğünüz gibi, önce farkı yaratıyorlar sonra da fark yaratıyorlar!
CEO olmak kolay değil, çok bedel ödüyorlar. Hakkını verenler kazanıyor, veremeyenler gidiyor!
“Oldum” demeyeceksin hiçbir zaman, dediğin yerden yanılıyorsun,
Bir çikolatanın küfünde, kaybolup gidiyorsun!
………………………………..*…………………….
Marteniçka
Ve nihayet geldi Mayıs!
Sizi bilmem ama benim için baharın adı mayıs! Mart, bahara bir türlü yakışmıyor, kazma- kürek yaktırıyor, millet hastalıktan kırılıyor. Nisan, bildiğiniz gibi- yağmurlar yağdırıyor, şehirleri sular seller götürüyor. Değil bahar sevinci, ılık ılık depresyona sokuyor. Ama mayıs öyle mi!
Leylaklar aşka geliyor, bahçelerde cümbüşlerle! Erguvanlar dans ediyor, binbir kokuyla, renkle!
Yaz elini uzatmış mayısa, bahar kavuştu kavuşacak hazirana, sevgilisi yaza!
O değil de ayın başlangıcı bile bayram! Yani mayıs, bayramla başlıyor hem de resmi olanından!
1 Mayıs İşçi Bayramı! Nereden çıkmış mı?
1 Mayıs 1886’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bırakmışlar. Chicago’da yapılan gösterilere yarım milyon işçi katılmış, binlerce siyah ve beyaz işçi, birlikte yürümüş. Baskılar, dökülen kanlar, yıkılan önyargılar sonunda, 1 Mayıs gününün tüm dünyada “Birlik, mücadele ve dayanışma günü” olarak kutlanmasına karar verilmiş. Zamanla 8 saatlik iş günü birçok ülkede resmen kabul edilerek işçilerin birlik ve dayanışmasını yansıtan bir bayram niteliğini kazanmış.
Bayramla başlayan mayıs, rengarenk devam ediyor çünkü bu aralar birçok kişinin bileğine takılı kırmızı-beyaz ipler, herkesin dikkatini çekiyor.
Doğa takvimine göre şubat ayının sonunda leyleklerin göç için yola çıktığı biliniyor. Leyleklerin göç için yola çıkması da baharın gelişinin bir göstergesi kabul ediliyor. İşte kırmızı ve beyaz iplerle hazırlanmış Marteniçka denen bu bileklikler ve süsler, iyilik, sağlık, bereket dilekleriyle bileklere bağlanıyor ve Mart ayı boyunca bileklerde kalıyor.
Bulgaristan folkloründe marteniçka’ya dair çeşitli efsaneler anlatılır. Bunlardan Baba Marta – Marta Nine, günümüze kadar korunmuş en saygın geleneklerden birisi! Bu takılar, meyve ağaçlarına, evlere, ev hayvanlarına da takılıyor. Bu şekilde yeni başlayan tarım yılının da bereketli ve verimli olması için dilekler tutuluyor. İlk marteniçkalar, başka aksesuar ve detaylar kullanmadan, sadece kırmızı beyaz ipliklerden yapılırmış ve nazardan korunmak için insanlara ve hayvanlara takılırmış. Bazı bölgelerde bükülmüş kırmızı-beyaz sicime, altın veya gümüş para bağlanırmış, bu da hastalıklardan korunmak için bir simge olarak kullanılırmış.
Önceleri kırmızı-beyaz yünden yapılan marteniçkalara, şimdilerde püskül, top, damla gibi değişik şekiller veriliyor. Ama orijinal marteniçka, kırmızı ve beyaz iple yapılmış olanlar! Beyaz renk uzun ömrü, kırmızı renk ise sağlık ve gücü temsil ediyormuş. Yalnız geleneklere göre marteniçkaların satın alınmaması olması, ya hediye edilmesi ya da örülmesi gerekiyormuş. Kırmızı ve beyaz ipi bir ucundan birbirine bağlayıp diğer uçları birbirine dolayarak marteniçka örebilirsiniz. İsteyen tığ ya da şişle de örgü örer gibi istediği şekilde marteniçka örebilir, isteğe göre boncuk da ekleyebilirsiniz!
Geldi bahar ayları, gevşedi mi gönül yayları bilmem de, kolay değil bayramdan girip Balkan geleneklerine gidip marteniçkalara varmak!
Bana bunları yazdırandan sebep, tek suçlu mevsim zaar,
Yalnız şundan emin değilim;
Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum yoksa ben böyle olduğum için mi bahar!
……………………………..*……………………………………..
HAFTANIN ENLERİ
Haftanın Değişimi: Normalde Hollywood’da görülen bir değişim! Hollywood’da ünlülerin çocuklarının cinsiyet değiştirmesini gördük ama ülkemizde belki de ilk kez ünlü bir çiftin çocuğunun cinsiyetini değiştirdiğine şahit oluyoruz! Ünlü oyuncu Çiçek Dilligil ile müzisyen Bora Öztoprak’ın çocukları Ardahan Öztoprak, cinsiyet değiştirerek adını Ayda’ yapmış! Annesi Çiçek Dilligil, çocuklarının 26 yaşında bir birey olduğunu, bunun geçici bir heves olmadığını ve daima arkasında olacaklarını söylemiş! Kararı veren için de zor, bunu kabullenmek zorunda kalan aile için de! Ne diyelim, hayırlı olsun herkese!
Haftanın Afeti: Uzaklarda, taaa Endonezya’da yaşandı! Endonezya’daki Ruang Yanardağı yeniden harekete geçti: Binlerce kişi tahliye edildi! 2 hafta önceki ilk patlamanın ardından, devam eden patlamalar yüzünden tahliye alanı genişletilmiş ve tsunami tehlikesine karşı alarma geçilmiş! Püsküren lavların Malezya’ya doğru ilerlediği Endonezya’da 7 havaalanı hala kapalı! İşte doğanın insanoğlu ile imtihanı, bilmem hala anlamayan kaldı mı?
Haftanın Gururu: Bir Türk kadını tarafından yaşatıldı! Sırbistan’da düzenlenen Avrupa Boks Şampiyonası’nda milli sporcu Buse Naz Çakıroğlu, altın madalya kazanarak üst üste üçüncü kez Avrupa şampiyonu oldu! Buse Naz, 2019 ve 2022’den sonra üçüncü Avrupa şampiyonluğuna imza attı. Dünyayı yumruğuyla nakavt eden milli sporcumuz, koltuklarımızı kabarttı, çok gururlandırdı! Helal olsun sana! Helal olsun Türk kadınına!
Haftanın Tribi: Tahmin ettiğiniz gibi bir kadından ama ünlü bir kadınından! Ünlü pop şarkıcısı SZA’nın Avustralya’da verdiği konserde, seyircilerin sahneye telefon, ayakkabı gibi pek çok madde fırlatması ve bunu sürdürmeleri sebebiyle aşırı öfkelenen SZA; “Böyle devam ederseniz konseri bırakırım! Cep telefonu fırlatamazsınız, ben bir insanım! Bu çılgınlık!” diye bağırmış! Yahu kadın çıkmış sahneye, şarkılarını söylüyor güzelce, ne diye bir şeyler fırlatıyorsunuz sahneye! İzleyin işte konseri edebinizle, sonra da paşa paşa gidin evinize! Ayakkabı, cep telefonu fırlatmak nedir ya, bir gelin kendinize! Niye sinirlendiriyorsunuz sanatçıyı durduk yere!
Haftanın Tescili: Ağzınızı sulandıracak cinsten! Her bölgesi ayrı mutfakla yoğrulmuş ayrı lezzetlerle dolmuş güzel memleketimizin bir lezzeti daha resmen tescillendi! Ünlü Siirt içli köftesi (Siirt kiteli) için Türk Patent ve Marka Kurumundan coğrafi işaret tescil belgesi alındı, ve bu içli köfte, Siirt’in coğrafi işaret alan 8. ürünü oldu. Valla yazarken bile canım çekti, tescillenmeyi fazlasıyla hak etti! Afiyet olsun- pardon hayırlı olsun!